
Nitekim, retorik başka olsa da sendikalar aslında sermayenin ve burjuva devletin hizmetine koşulmuş örgütlerdir… Fakat ortalama algı öyle değildir… Burjuva toplumunda sendikalar bidayette işçi sınıfının, emekçi sınıfın çıkarını savunmak üzere kurulmuş olsalar da, zamanla kuruluş amacına yabancılaşıyorlar… Dolayısıyla, misyonlarına ve varlık nedenlerine ihanet halindedirler… Elbette gerçekten misyonlarına ve varlık nedenlerine uygun davranan sendikacılar, sendikalar da vardır ve her zaman da vardı ama onlar sadece küçük bir istisnadır…
Genel bir çerçevede işçi sendikalarının misyonu, işçi sınıfını egemenler lehine ‘ehlileştirmek, uysallaştırmaktır…’ Tam birer ‘kontrol örgütüdürler’… Lâkin retorik farklıdır… Bürokratik yozlaşmaya uğramış tüm örgütler gibi fıtraten gericidirler… Sendika yöneticileri birer profesyoneldir. Aralarında 20-30 yıl sendika başkanlığı, yöneticiliği yapanlar vardır… Geride kalan dönemde işçiler ne zaman gerçek bir kazanım elde etseler, sendikaya, sendika bürokrasisine rağmen elde etmişlerdir… Yaklaşık 150 yıllık sendika pratiğine baktığınızda, sendikaların her kritik durumda sermayeyi ve onun devletini gözeten bir tavır sergilediklerini, sınıfa ihanet ettiklerini görürsünüz… İyi de neden öyledir? Zira, bürokratlaşmış, yozlaşmış bir işçi örgütü, kendi varlığını sömürü düzeninin devamında görür de ondan… Bu yüzden de asla ‘kapitalizmi aşmak’ gibi bir kaygı ve amaç söz konusu değildir… Sol aydınlar ve örgütler de ekseri sendikaları meşrulaştırıcı bir tavır içindedirler… Sendikalara dair gerçeği söylememeyi tercih ederler… Neymiş efendim ‘en kötü örgüt bile örgütsüzlükten iyiymiş… Demek ki, “en kötünün” bile iyisi mümkün! ‘ Bu saçmalığa kim inanır? Bu, ‘kavramın kendindeki çelişki’ değil midir? Sendikaların bürokratlaşmasını, yozlaşmasını eleştirmek, örgütsüzlüğü savunmak mıdır, örgüt karşıtlığı mıdır?
Aklı başında biri örgütsüzlüğü savunabilir mi?
Büyük sendikaların yöneticileri, önemli bir finansal kaynağı tasarruf ederler… Üye sayısını daha etkin mücadele için değil, aidatları artırmak, kaynağı büyütmek için isterler. Kendi ücret ve ödeneklerini istedikleri gibi belirlerler… Lüks otellerde konaklarlar, birer burjuva gibi yaşarlar. Söylem farklı olsa da aslında “karşı tarafta” konumlanmışlardır… Yaşam standartları ortalama bir işçininkinden beş altı kat daha yüksektir. Lâkin işçi sınıfının ‘yüksek çıkarları’ söylemini dillerinden düşürmezler… Sendika kaynaklarını ‘özel çıkarları’ için daha çok kullanmanın yollarını ararlar…
Toplumun hiçbir temel sorununa dair söyleyecek sözleri yoktur. Yüzleri, ‘sözde temsil ettiklerini söyledikleri işçilere/emekçilere değil, devlete dönüktür… İşçi sınıfının çıkarlarının değil, “devletin yüksek çıkarlarının” bekçiliğini yaparlar… Devletin ne mene bir şey olduğuna dair hiçbir fikir sahibi değillerdir… Tam tersine, burjuva devletin ‘kutsallığından’ da asla şüphe etmezler…
Herhalde bunlara ‘gayri resmi devlet örgütü’ [GRDÖ] demekte bir sakınca yoktur…
Son birkaç yılda Türkiye’de sınırlı demokrasi, sınırlı özgürlükler ve haklar bir bir tasfiye edilirken, hukuk by-pass edilirken, yolsuzluklar zirve yapmışken, ülkenin varı-yoğu bir avuç soyguncu çetesi tarafından yağmalanır- talan edilirken, insanlar yazdıklarından, söylediklerinden tutuklanır hapse atılırken, ifade ve basın özgürlüğü yerlerde sürünürken, dinci gericilik devlet aygıtını ve toplumu kuşatmışken, her geçen gün toplum despotik bir iktidarın oyuncağı haline gelirken, sosyal eşitsizlik skandal boyutlara çıkmış, işsizlik, yoksulluk ve sefalet zirve yapmışken, anlı-şanlı sendikalardan, sendikacılardan hiç ses çıktığını duyan var mı? Öyle bir şey mümkün müdür?
Makam aracı gibi şeylerin dışında bu yoz sendikacı taifesi ne ile gündeme gelebilirlerdi ki..
AV. ALİ ERSİN GÜR
EMS